Temmuz 18, 2010

NİHAT GENÇ



Yaza yaza yazar oldum.

Sağcılık bir beyin hastalığıdır.

Halimiz itlerden beter, keyfimiz beylerde yok.

Biz Türk filmlerindeki tecavüz sahnelerini izleyerek mastürbasyon yapmış bir halkın çocuklarıyız, kimse bizden saf ve temiz duygular beklemesin.

Genel bir ahlâk yasasıdır. Eser vermemiş insanlar küstahlık, bilmişlik ve kasıntıyla şekil yaparlar ve bir ahlâk yasasıdır, eser vermiş insanlar, dingin, sakin ve sorumludurlar.

Zengin sofrasında zangoç olmuş yazarlar bunlar. (Orhan Pamuk ve Çetin Altan için)

Mankenler politikada şimdikilerden daha başarılı olabilirler, zira işin puştluğundan habersizler.

Zalim karşısında susan dilsiz şeytandır, benim ancak cesedim susar, başka hiçbir şekilde susmam.

Fırsat buldukça değil, kudurmuşçasına özlemle memleketlerine akıp akıp sel halinde gelip giderler. Trabzon sanki dünyaya yayılmış milyonlarca Trabzonlu için, Yahudilerin ağlama duvarı gibidir, yani, hangi uzaklıkta olursa olsunlar, gelirler ve uzaktan köylerine bakıp dokunup ağlayıp ağlayıp özlem giderir ve sonra yine para kazanıp yine gelmek için dönerler.

Ankara’da herkes rakı masasında siyaset konuşur. Sarhoş olduktan sonra herkes "darbe" yapar, "devrim" yapar. Şimdi savcı o adamları sorgulamaya başlasa örgütün en tepesinde yeni rakıyı görür
___

Kızılırmak''in kızıl saçları kara gecelere dindar şarkılar soyluyor. Orta Anadolulun sessiz dağ tepeleriyle bir hısımlığım var, bulamıyorum. yeni yeni anlıyorum. Karadeniz neden köpürür, dalgalanır, durmaksızın şahlanır. Kanatlanır gece gündüz. her gece niçin ayağa kalkar, denizlerin en karası.

Kızılırmak böyle nazlı, böyle usul usul gizlice nereye kaçıyor, Karadenizin tam koynuna giriyor. İçine içine akıyor. İlahi bir opus değil adamakıllı dişi erkek erotik bir sevişme.
___

Yalan söylemeden büyümeyi başarabilecek miyim? İnsanlar çoğaldıkça, kalabalıklar, kitaplar, düşünceler, olaylar karmaşıklaşınca ne yapacağım. (...) şeytan tenine dokunuyor, sapık diyecekler, kızgın demirlere oturtacaklar, yer altı dünyamda korkunç dehlizlerimi görecek, iğrenecekler ve pişman ol diyecekler, tövbe et diyecekler, yeryüzünün o en iğrenç pazarlığına alet edecekler beni. Hayır. Yalan söylemeden büyüyeceğim.
___

Küçükken maça girmenin iki yolu vardı. Birincisi, kuyruktaki ağabeylerin eteğine yapışıp, ' abi beni de alır mısın' demek. İkincisi... Kullanılmayan açık bir bilet gişesinin dört bir yanına bok sürülürdü. İçeri girmek isteyenler de bu boka sürünürdü. Dernekler, kitaplar, örgütler, dergiler o gün bugün üstüm başım bok kokuyor. O maçlarda su sattım, mısır sattım, ikibuçukluk yaptım. Dergilerde de öyle, çayları koydum, yerleri süpürdüm, küllükleri topladım. Örgütlerde de öyle, kaçaklar, nezarethaneler, polisler, silahlar... Hep kötü okullarda okudum. Hiçbir Master'a giremedim. Çok eksik bir takımla sahaya sürülmüştüm. Yirmi beş yaşına geldiğimde evimde iki binin üstünde kitap birikti, açığımı kapatmaya çalıştım. Küllüklerini topladığım dergilerin genel yayın müdürü, çaylarını koyduğum abilerimden de daha sert kitaplarım oldu. Küfretmeyi gelenek haline getirdiğim için kimse de dergisinde, 'Nihat'da bizim kardeşimizdir' diye tek bir satır yazmadı. Korkma Sönmez'den başka şiir, Tanpınar’dan başka yazar tanımayan bu huzurlu insanlara ne yapabilirdim başka. Her şey bu koku yüzünden... Soğuk Ankara’nın taş evlerinin, sabahlara kadar zırlayan yoksulluğumun tek sorumlusu şu ülkenin çocuğu olmak. İnandığım, ele geçirdiğim bu pırlanta geleceğin, mutluluğumun adı da bu ülkenin çocuğu olmak. Kitabın yeri kitapçıdır. Hiç kimseye tek bir kitabımı göndermedim, kimseye 'abi' demedim. Ne için? Şartlandırılmamış, yönlendirilmemiş ve tek başına bir yaşamdan söz edebilmek için. Bu vahşi dünyada ayakta kalmanın başka yolunu bilmiyorum. Bilmem yeniden sevebilecek miyiz kendimizi, bir başkasını yaratandan ötürü değil, kendinden ötürü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder