Temmuz 18, 2010

IŞIL ÖZGENTÜRK



SAĞ NE DEMEK?

Küçük çocuk annesine sordu, ''Anne sağ ne demek?'' Anne bir süre düşündü ve yanıt verdi: ''Sağ'', dedi, ''öncelikle hiçbir şeyi merak etmeden sana verilen bilgiyle yetinmektir. Sana sus denildiğinde susmak, konuş denildiğinde konuşmaktır. Sürekli kendini yetersiz hissetmektir. Kendini sürekli başkalarının peşinden giden biri kılmaktır. Geceleri sırlarını paylaşacak bir yıldızın varlığından habersiz olmaktır. Toplama kamplarının bacası sürekli tüterken 'Bizim o kamplarda yaşananlardan haberimiz yoktu', demek ikiyüzlülüğünü göstermektir. Sokakta kocaman bir adam küçücük bir çocuğu döverken hiç ses çıkarmadan oradan koşarak uzaklaşmak demektir. Büyük alışveriş merkezlerinde özürlüler için ayrılmış otopark alanına büyük bir pişkinlikle park etmek, 'Neden oraya park ediyorsun, orası özürlüler için' diye soran birine de 'Ben de kafadan sakatım' diye gülerek yanıt vermektir. Kahve sohbetlerinde, memleket durumları konuşulurken 'Kardeşim bu memlekette üç beş kişiyi asacaksın, bak o zaman her şey nasıl saaak diye biter' , yollu fikir yürütmektir. 18 yaşından küçük çocukların, yaslarının büyültülüp idam edilmesine neden olan askeri darbe başkanının yaptığı resimleri hâlâ yalakalik olsun diye almak demektir. Grev yapan isçiler için, 'Canım bunlar da çok oluyor artiı, dünyanın parasını alır gene de doymazlar' cinsinden düşünce üretmektir. Mangal keyfi için orman içinde ateş yakmak ve yangın çıkarmaktır. Evinin içini tertemiz yapıp, kapının önünün b.k götürmesini önemsememek, hastanelerde ameliyattan yeni çıkmış bir hastanın yanında fosur fosur sigara içmektir. "Kadınların saçı uzun akli kısadır," sözünü pek bir sevmektir."

Küçük çocuk yeniden sordu: ''Anne insanların büyük çoğunluğu bu dediklerini yapıyor?'' Çocuğun bu sorusu karşısında anne gülümsedi ve yanıt verdi: ''Bekle daha bitmedi, devam ediyorum. Sağ demek, süt yerine meşrubat içmenin daha doğru olduğunu söylemek ve bunun yaygınlaşması için dünya kadar reklam parası vermektir. Tüketimi destekleyen yüzlerce reklam sloganı yazıp ardından 'Bu dünya düzeni söyle değişir' diye ahkâm kesmektir. En pespaye dizilerde oynayıp 'Ben en devrimciyim' demektir. Oy vermek yerine o gün pikniğe gitmektir. Körlerin, spastik özürlülerin, sakatların sokaklarda görünüp de moral bozmamaları için yolları, parkları, tuvaletleri sadece ve sadece normallere (!) göre yapmak demektir. Zehirli atıklarını toprağa gömen ya da denize bırakan büyük işyerlerine komik miktarlarda para cezası verilmesini uygun görmektir. Tarihi ören yerlerindeki mermerleri yasağa rağmen kesip kesip inşaatta kullanmaktır. Denizleri, ırmakları, toprağı kirletmek ve bundan adeta büyük bir keyif almaktır. Açık havada öpüşen, koklasan çiftleri kosa kosa gidip polise ispiyon etmektir. İslenen suçlar için iki rekat namaz kılıp Allah’ı kandırdığını sanmaktır. Arkadasın bir haksızlığa uğradığında onu savunmamaktır. Büyük dergilerden sonra aska gelip gelişigüzel ateş etmek ve seken bir kursunla evlerinin balkonunda oyun oynayan dört yasındaki çocuğu öldürmektir. Sinemaya giden kız kardeşini sokak ortasında bıçaklayıp zafer işareti yapmak demektir. Bilgiyle, sabırla, vicdan duygusuyla, ahlakla, etik değerlerle dalga geçmek ve bu dağları ben yarattım dercesine kurum kurum kurumlanmaktır.'' Küçük çocuğun bu kez gerçekten kafası karışmıştı. ''Anne'' dedi, ''Bu sağ ne kadar çok yerdeymiş, ben korkmaya başladım.'' ''Hayır, korkma'' dedi annesi. ''Daha pek azını duydun. Kim dedi sana bunları merak et, artik öyle 'korkuyorum, vazgeçtim demek yok.' Geç kaldın.'' Anne yeniden başladı, ''Sağ demek...''

Anne sözünün sonunu getiremedi, çocuk koşarak karyolanın altına saklandı.

***

SOL NE DEMEK?

Küçük çocuk annesine sordu: ''Sol ne demek?'' Anne bir süre düşündükten sonra yanıtladı: ''Sol; sokakta seksek oynamak demek, korkudan öleyazsan da lunaparkta zincirli sandalyeye binmek demek, gece yatağından gökyüzünü izleyip gözüne kestirdigin bir yıldızla sır paylaşmak demek, küçük fokları gaddarca öldüren fok katillerini hiç unutmamak ve kürk giymiş bir bayanın üstüne, 'Yaşasın foklar' diyerek kalıcı boya atmak demek, yunusların bazen bir insan olduğunu düşünmek ve onların o muhteşem özgürlüklerini kıskanmak demek, Afrika'da bir ay sonra 700 bin yaşıtın çocuğun susuzluktan öleceğini öğrenip kumbaradaki parayı koşarak acil yardim kurumlarına götürmek ve bundan böyle diş fırçalarken musluğu kapalı tutmak demek, yemeğini bitirip geri kalanını üşenmeden bir torbaya koyup en yakın hayvan barınağına götürmek demek, köpeğini gezdirirken bir poşete onun bıraktıklarını almak ve çöp kutusuna atmak demek. Kesilen her ağaç, yanan her orman için ne yapıp edip mutlaka ve mutlaka ağaç dikmek demek, kimselerin bu orada ne yapıyor demesine aldırmadan insanların kumsalda bıraktığı çöpleri toplamak demek, çok meraklı olmak demek, su yasadığımız dünyada kaç dil konuşuluyor, farklı kaç renk insan var, neden Çinliler sütle yapılmış yiyecekleri yiyemezler, Güney ve Kuzey Kutbu'na kaç kişi gitmiştir, onların bu yolculuklarda başına neler gelmiştir, su bizim oturduğumuz kentin kaç kapısı var, su bizim oturduğumuz kentte kaç müze var, yazıyı ilk bulan kavim Sümerlerin kaç tanrısı varmış, Hititlerin kaç tanrısı, Hint mitolojisiyle Yunan mitolojisindeki tanrılar birbirine ne kadar benzer, güçlülerin tanrısı Apollon'un da, Hint tanrılarından en sevilen insan başlı fil tanrı Gades'in de yardımcıları neden faredir, bir karınca bir kilometreyi ne kadar zamanda kat eder, sesten hızlı giden uçakların hızı saatte kaç kilometredir, neden erik ağaçları erken çiçek açar, dünyada kaç çeşit kurbağa vardır, insanin en yakin akrabası gerçekten su sineği midir, Freud neden herkesin bildiği bir bilim adamıdır, karpuz neden soğuk suya bırakılır, dünyada parfüm yapılan kaç çeşit çiçek vardır, çöllerde kum fırtınaları neden hâlâ insanların korktuğu bir doğa olayıdır, kırlık alanlarda neden ay ve yıldızlar daha parlaktır, aşk nedir, bu neden başımıza gelir, kalbimiz sık sık neden kırılır, vicdan nedir, neden yalan söylerken yüzümüz kızarır...''

Küçük çocuk ''Anne dur biraz'' dedi, ''kafam karıştı.'' ''Elbette karışacak'' dedi annesi, ''Dünyanın en zor sorusunu sordun, devamı var.

Sol demek; her yaptığın isin neye yarayacağını bilmek demek, okuduğun her kitabi, denizlerin tuzunu, göklerin mavisini iyi bilmek demek, bir ormanda pusula olmadan Kuzey Yıldızı’na bakıp yolunu bulmak demek, herkes birinin karsısında mum gibi dururken kendin gibi durmak demek, geceden ölesiye korkmak ama geceyi sevmek demek, gün batımlarını sevmek demek, ormandaki tüm sesleri sevmek demektir; kendin için dans etmek demek, ağız dolusu gülmek demek, her yenilgiden sonra söyle bir silkinip kendi küllerinden yeniden doğmak demek.''

Küçük çocuk birden bağırdı, ''Simdi anladım'' dedi, ''Sol demek hiç durmadan düş kurmak demek!''

CUMHURIYET GAZETESI (30.04.2006)

***

Ey merhamet...

cumhurbaşkanı neden her an ölüme doğru hızla yaklaşan güler zere’nin serbest bırakılmasını onaylamıyor? neden?

bir baba kızının acılı durumunu anlatmak için geldiği basın toplantısında yüreği kaldırmadığı için ağlayarak dışarı çıkıyorsa bu ülkede ben hiçbir açılıma inanmam.

polis akademisi’ndeki toplantıya koşarak gidenlerin, güler zere umurlarında değilse, ben onların söylediği sözlere ve samimiyetlerine de inanmam.

sanmayın ki sadece ben, binlerce kişi de inanmıyor.

devletin eğer şefkatli bir eli varsa, bu sadece kürt vatandaşları için değil, tüm türkiye cumhuriyeti sınırlarında yaşayan insanlar içindir.

şöyle bir anlatı anımsıyorum; güler zere tedavi için götürüldüğü yerde emniyet güçleri çevresinde insandan bir duvar örüyorlarmış. nedeni, güler zere oralarda onunla hiç olmazsa göz göze gelmek için bekleyen yakınlarıyla göz göze gelmesin diye.

şimdi siz bana hangi açılımdan söz ediyorsunuz?

bu çok dini bütün geçinen iktidarın dağdaki henüz elleri bir kadın omzunu okşamadan silah tutan gencecik kürt çocuklarını ya da elinde tüfek titreyerek dağlarda pkk gözleyen erleri düşündüğünü mü söylüyorsunuz, onların acılarını, onların anne babalarını düşündüğünü mü söylüyorsunuz, ne kadar merhametsiz olduklarını görmüyor musunuz?

ve ne kadar korktuklarını da, evet ölüme yaklaşan gencecik bir kızın gözlerinden korkuyorlar.

ve devlet şefkatini değil, gücünü gösteriyor. güler zere’yi ölüme göndererek kurda kuşa, türk - kürt, genç - yaşlı bütün vatandaşlarına gücünü gösteriyor. “ben bağışlamam” diyor, “ben bu düzeni değiştirmek isteyeni ezip geçerim” diyor.

“ben umudu sevmem” diyor.

doğrudur, çünkü umudun yok olduğu topraklarda insanları yönetmek kolaydır, kardeşi kardeşe düşürmek kolaydır. oğulları babalarına karşı kışkırtmak kolaydır.

çünkü umut yok olduğunda, öğretilmiş bir çaresizlik toplumun bütün katmanlarına yayılır ve sari bir hastalık gibi önüne ne çıkarsa silip süpürür, geriye devlet ve iktidarların gücüne tapan, ışığı gördüklerinde kuytu karanlıklara gizlenen insan müsveddeleri ortalığı kaplar.

evet, güler zere’nin ölüme yaklaşırken bile umutla parıldayan gözlerinden korkuyorlar, bu merhametsiz inadın nedeni bu!

ama bilmiyorlar ki korkunun ecele hiçbir faydası yok. gün gelir devran değişir ve merhamet tıpkı hukuk gibi herkese lazım olur. büyük acıların ardından demokrasiye geçen ispanya, arjantin, şili gibi ülkelerde hukuk kadar merhamet de topluma yol gösterdi, oralarda anneler çocuklarını öldüren iktidar sahiplerini ve onların emirlerini kayıtsız şartsız yerine getirenleri merhametleri nedeniyle bağışladılar.

bir zamanlar bu ülkede sık sık söylenen bir söz vardı: “ben başımı yastığa koyduğumda vicdanım rahat bir uykuya dalmak isterim.” bugünlerde kaç kişi acaba yastığa başını koyduğunda rahat bir uykuya geçebiliyor, merak ediyorum; çünkü o an var ya, vicdanın en uyanık olduğu andır ve insanoğlunu vicdan kadar acımasızca eleştiren hiçbir kurum yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder